

Ateşle Yazılan Mısralar: Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri (k.s.)
“Bize nazar kıl didi, canım çıksın dedim…”
⟡ Anadolu’nun Gönül Toprağından Bir Fidan
14. yüzyılın sonlarında, İznik civarında doğduğu tahmin edilir. Asıl adı Eşref bin Ahmed, “Rûmî” lakabı, Anadolu’dan oluşundandır. Doğduğu dönem, Osmanlı’nın yükselişe geçtiği, ancak Anadolu’da manevî boşlukların yaşandığı bir dönemdir.
İlk eğitimini bölgesindeki medreselerde aldı. Arapça, fıkıh, hadis gibi ilimlerde derinleşti. Ancak içindeki susuzluk, kitaplardan doymuyordu. O ilmi biliyordu ama hâli arıyordu.
O hâl onu, Bursa’ya, ardından Üftâde dergâhına, ve nihayetinde Hacı Bayram-ı Velî’ye götürdü.
⟡ Hacı Bayram-ı Velî’nin Kalbinde Yanan Kıvılcım
Eşrefoğlu, Hacı Bayram-ı Velî’nin dergâhına gittiğinde, yüreğinde ilimden bir dağ, gözlerinde aşk arayışı vardı. Fakat mürşid onu hemen kabul etmedi.
“Eşref’im,” dedi, “önce dağlarda yürü. Ekmek pişir, hamur yoğur, su taşı. Sonra ilmin değil, kalbin konuşur.”
Eşrefoğlu tam 12 yıl boyunca dergâhın hizmetinde kaldı.
O, kitaplardan öğrendiği sabrı, şimdi fırında pişerek öğreniyordu.
Bir gün fırının içinde ekmek pişirirken, elleri yanarken, kalbinde bir söz doğdu:
“Ne yanar kimse bana, ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapum, bâğ-ı visâlden özge”
Bu mısra, onun ilahîler dünyasındaki ilk yanık duasıydı.
⟡ İrşad İcazeti ve Eşrefoğlu Dergâhı
Hacı Bayram-ı Velî ona hem ilim hem hâl öğrettikten sonra icazet verdi:
“Git Eşref’im, artık senin dilin söyleyecek, ama kalbin dinleyecek.”
İznik’te kendi dergâhını kurdu. Bu dergâh, kısa sürede halkın nefes aldığı, gönlün secde ettiği, gözyaşının ilimden daha kıymetli olduğu bir mekâna dönüştü.
Dervişleriyle tarlaya gider, fırında pişirir, hastaya ilâç yapar, sonra der ki:
“Hakiki derviş, hizmette kaybolur. Görünmeden yürür. Adı unutulunca, Allah onu hatırlar.”
⟡ Divân-ı İlâhî: Türkçe’nin Secdeye İndiği Yer
Eşrefoğlu’nun en büyük miraslarından biri Divânıdır. Bu divanda yüzlerce ilahî, dua, nasihat, nefis muhasebesi, aşk haykırışı yer alır.
O, Arapça ve Farsça bildiği hâlde, bilerek ve özellikle Türkçe yazdı.
Çünkü derdi halktı. Çünkü derdi anlaşılmaktı. Çünkü derdi kalbin diliyle konuşmaktı.
Bazı meşhur beyitleri:
“Gel gidelim aşk elinden, aşk ile olalım biz
Ol aşk nehrine girelim, aşk ile dolalım biz”
“Sordum sarı çiçeğe, annen baban var m’ola?
Çiçek eydür dervişem, annem babam topraktır”
Bu dizeler hâlâ cemlerde, tekkelerde, ilahî meclislerinde gözyaşıyla okunur.
Çünkü bu şiirler aşkın kitabı değil, kalbin kanamasıdır.
⟡ Tarikatnâme: Yolun Adabı, Nefsin Anatomisi
Eşrefoğlu sadece şiir yazmadı. Aynı zamanda tasavvuf eğitimi için el kitabı niteliğinde olan “Tarikatnâme” adlı eserini kaleme aldı.
Bu eserde:
-
Nefsin mertebeleri
-
Zikrullahın çeşitleri
-
Mürşid-mürid ilişkisi
-
Manevî seyrüsülûk adımları
-
Şeriat-tarikat-hakikat ilişkisi
gibi konuları halk diliyle, örneklerle anlattı.
Kitap, yüzyıllar boyunca dergâhların müfredatı, tekke dervişlerinin başucu eseri oldu.
⟡ Kıssadan Hisse: Şöhreti Yak, Yan Sen Kal
Bir gün padişah Eşrefoğlu’na hediye olarak büyük bir hil’at (kaftan) gönderir. Dervişler sevinir.
Hazret o kaftanı alır, fırının ateşine atar.
Dervişler şaşırır.
“Efendim, padişah gönderdi!”
Hazret cevap verir:
“Bize Allah yeter. Şöhretin ateşi, hizmetin nuru söndürmesin. Yanmak istiyorsan, halk değil Hakk görsün.”
⟡ Vefatı: Mısra Gibi Gitti
1469 yılında, İznik’te Hakk’a yürüdü. Kabri, dergâhının avlusundadır.
Vefat ettiğinde, halk “ağlayan bir fırın” gibi yandı. Çünkü onun şiirleri ekmek gibiydi, onun duası su gibiydi, onun sözü ateş gibiydi ama yakmazdı; arıtırdı.
⟡ Bugüne Ne Söyler?
Bugün her şey çok gösterişli. Şiir süslü ama içi boş. Kalpler telaşlı ama samimiyet yok.
Eşrefoğlu Rûmî, bugünün insanına şöyle sesleniyor:
“Yazdığın ne? Giydiğin ne? Duyduğun ne?
Aşksız ilim, susuz şiir, neye yarar?
Eğer ağlamıyorsan yazdıklarına, bırak o kalemi.
Eğer yandığını hissetmiyorsan, aşkı anma bile.”